top of page

KLASÄ°K TÜRK MÜZİĞİ

Ä°mtihan

Sohbetin münasip bir yerinde ATATÜRK, bizlere dönerek:

- ArkadaÅŸlardan bir iki eser dinleyelim, diyorlar.

Derhal sevdiÄŸi eserlerden çalıp okumaya baÅŸlıyoruz. Memnun ve ÅŸevkle dinliyor.

Bir ara bana, bir ÅŸarkı okumamı emir buyurdular. Halbuki ben, heyete neyzen olarak girmiÅŸtim. Heyette bu kadar güzel sesli arkadaÅŸlar varken benden ÅŸarkı istemesi tuhafıma gitti, acaba dedim. ATA dikkat mi etmediler, benim saz çaldığıma kızarıp bozarıyorum. ArkadaÅŸlar bana "okusana..." gibilerden iÅŸaretler ediyorlar. O anda aklıma hiçbir ÅŸarkı gelmiyor, ne yapacağımı ÅŸaşırmış haldeyim. ArkadaÅŸlardan biri kulağıma fısıldıyor: "Cânâ rakibi handan edersin..."

Çaresiz ÅŸarkıya baÅŸlıyorum. Daha birinci satırın başında:

- Duur!... diyorlar ve soruyorlar:

- Cânâ nedir?

Yarı yardım, yarı bilgimle:

- Hitaptır efendim, diyorum.

- O halde neden okuyuÅŸunla bu hitâbı belirtmezsin?

Biz o tarihlerde, sazımızın bütün kuvvetiyle çalar ve okuyucularımız da hançerlerinin bütün kudretiyle okurlardı. Nüans, ifade ve buna benzer ÅŸeyleri bilmezdik.

Arzuları gibi okuyorum. Satırın sonunda, beni yine durduruyor, bir ihtar daha: "ÅŸarkının güftesini oku!"

Cânâ rakîbî handân edersin
Ben bî vefâyî giryân edersin
Bîgânelerle ünsiyet etme
Bana cihânı zindan edersin

O zamanki okunuÅŸa göre "edersin" kelimesini "idersin" "etme", kelimesini "itme" diye telaffuz ederdik

ATATÜRK:

- Bu kelimeleri nasıl konuÅŸuyorsun? Diye soruyorlar. Söylüyorum:

- O halde neden şarkı arasında (idersin- itme) diye okursun?

Cevap yok... Bu minval üzere ÅŸarkıya devam ediyorum.

ATATÜRK, bu ÅŸarkıyı bizzat terennüm ederlerdi. Yalnız nakaratın sonundaki (giryân edersin) kelimelerini sert ve canlı olarak okumaktan zevk alırlardı.

Ne ise, yarı yardım, yanı gayretle ÅŸarkıyı bitirdim. Fakat bende de takat kalmadı. Åžarkıdan sonra, ÅŸahsım, ailem ve tahsilim hakkında bilgi aldılar ve adımın ÅŸehzadelerden birisinin (Burhanettin) adının aynı olduÄŸundan bahsederek, zârîfâne bir de ÅŸaka yaptılar. Bu suretle birinci imtihanı atlatmış oldum.

Bu imtihan keyfiyeti, ATA'mızın huzurunda bulunmak bahtiyarlığına eren her sanatkârın başına az çok gelmiÅŸtir.

CumhurbaÅŸkanlığı fasıl takımında neyzen olarak bulunmuÅŸ olan rahmetli Burhanettin Ökte, ATATÜRK'e ait hatıralarını bizzat bana anlatmıştır. Bu bir kısmını da musıki mecmuasında yazdı...

Büyük ATATÜRK Ankara'da bulundukları zaman haftada iki üç kere Ä°stanbul'da ise her akÅŸam musıki dinlemekten hoÅŸlanıyordu. Ä°stanbul'da fasıl takımı tam mevcudu ile Ankara'da ise davetli topluluÄŸuna göre mahdut kadro ile vazifelendirilirdi.

Bu gece ATA'mızın sofrasında çok az davetli var. Bizde üç dört kiÅŸilik bir heyet olarak huzurlarınızdayız. Büyük bir iltifat olarak bizleri de sofralarına davet buyurdular.

Benim yerim, musıkimizin hayranı ve koruyucusu rahmetli Ali Hikmet paÅŸanın yanına tesâdüf etmiÅŸti.

Büyük ATA'mızın Çankaya'daki köÅŸklerinde yaÅŸayışları, hâli, zevk-i selim sahibi, fakat hesabını bilir bir aile reisi vaziyetindeydi. HerÅŸeyi dikkatle, fakat hiçbir israfa kaçmadan hazırlatır ve tanzim ettirirdi. Hatta bir akÅŸam, sonradan davet edilen bir iki misafir yüzünden Ali Cenani beyin evinden ödünç ekmek getirildiÄŸine ÅŸahit olmuÅŸtuk. Ancak sofranın hazırlanması, yemeklerin garnitürlenmesi ve servis ÅŸekli, bir devlet reisinin sofrasına yakışır halde tanzim edilirdi.

Ben, ÅŸahsen alışık olmadığım böyle bir sofra âdâbına intibak etmekte güçlük çekiyordum.

Bir ara ATA, sofradaki misafirlerden arzularını sordu. Münasip birer ÅŸarkı istediler, çaldık. Bu arada Ali Hikmet paÅŸa benden bir taksim istedi.

Taksime baÅŸladım, zemin, meyan derken, biraz yorgun, fakat kuvvetli bir ses gazele baÅŸlıyor. Herkes nefes almaktan çekiniyor. Bu ses ATATÜRK'ün sesi: Ordular! Ä°lk hedefimiz Akdenizdir. Ä°leriii!... diye gürleyen ses. Åžimdi naÄŸme olmuÅŸ taşıyor:

Yârâb ne eksilirdi deryây-ı izzetinden
Paymâne-i vücûde zehrâb. Dolmasıydı

Âzâdesi olurdum âsib-ü derd-ü gamdan
Yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasıydı

Ä°stif güzel, ifâde güzel, fakat o güne kadar bilmediÄŸim bir hususiyet var. ATA, güfte, naÄŸme ve duyguyu birbirine baÄŸlamış, etvâriyle (hareket ve jestleriyle) de güfteyi ne kadar güzel canlandırıyordu.

Gazel bitti, coÅŸmuÅŸtu. Devletlilerden bir zat dayanamayıp, Ata'mızın ellerini öptü. Bir ara davetlilerden bir zat da, o günlerde çok söylenen marÅŸlardan birini çalmamızı istedi. BaÅŸladık. ATATÜRK, kendisinden bahseden kısma gelince, derhal durmamızı iÅŸaret etti ve:

- Zafer milletin eseridir, ben de herhangi bir vatandaÅŸ gibi borcumu ödemekten baÅŸka bir ÅŸey yapmadım, buyurdular.

Saat gece yarısını çoktan geçmiÅŸti. Davetliler birer birer, büyük ATA'nın mübârek ellerini öperek huzurlarından ayrıldılar...

Kaynak: www.kultur.gov.tr

bottom of page